Ahmet Aydemir - Türkçe Sayfalar

 

        Ana Sayfaya
   

HABERLER

  Deutsche Version
Kişisel Bilgiler
Projeler
Diğer Uğraşılar
Fotoğraflar
Haberler
Ziyaretçi Defteri
Dış Bağlantılar
 
ahmet.aydemir@rub.de
 
 

Yeni ilstrasyonlar:

Bu uzun yazıdan sıkıldıysanız kafayı takmayınız... hemen illüstrasyonlar sayfasını ziyaret edip, dünyaya daha geniş açıdan yeni bir gözle; balık gözüyle bakınız!

 

 

 

 

Bochum, 15.06.2004

 

 

 

İmam Hatip Lisesinde Okudum: İmam Hatip Liseleri Kapatılmalıdır!

İmam hatip lisesi (ihl) mezunu Başbakan R. Tayyip Erdoğan vurguluyor: “İmam hatip ve diğer meslek liselerinde okuyanlara üniversite sınavlarında uygulanan düşük katsayı uygulaması adil değildir. Eğer bu uygulama ihl özelinde buradaki eğitimin laik olmadığı gerekçesiyle yapılıyorsa bu doğru değildir. Bu liselerde normal lise programının yanında yoğunlaştırılmış din ve İmam meslek dersleri veriliyor bir yıl da fazladan okutuluyor. Bu sistemden yetişen laiklik karşıtı olmaz... bakın ben de imam hatip lisesi mezunuyum ama laikliği sonuna kadar savunuyorum... sonuç olarak imam hatip ve diğer meslek liselerinde okuyanlara üniversite giriş sınavlarında uygulanan düşük katsayı uygulaması kaldırılmalıdır...”  Sayın Başbakan’ın Avrupa Birliği’ne uyum yasalarını çıkarma sürecinde biraz yapay esen demokrasi rüzgarlarıyla harmanlayarak ileri sürdüğü bu görüşleri her fırsatta dile getirdiğini görüyoruz. Konuyla ilgili yasa teklifinin Cumhurbaşkanı’ndan dönmesinin ardından her ne kadar öneriyi geri çektiyse de dönüp dolaşıp yurtdışında olsa bile bu meseleye değinmeden edemiyor.

Gerçekten de ilk bakışta imam hatiplilere ve diğer meslek liselilere karşı devletin getirdiği uygulama insan haklarıyla ve demokrasiyle çelişkili olabilecek yanları vardır. Düşünün bir kere ilkokulu bitiren bir insan daha ne olacağım diye düşünürken çoğunlukla velilerinin verdiği bir kararla İmam hatip veya bir meslek lisesine gönderiliyor. Sonunda bu okulu bitirdiğinde gerçekten hayatı ve kendini tanıyıp hangi mesleği yapacağına; ne olacağına biraz olsun kendi başına özgürce karar verebilecekken buna dair bir sürü engelle çarptığını görür: Zaten “normal liselerde verilen derslerden büyük oranda mahrum kalmış” bir durumda olması nedeniyle üniversite sınavında başarı şansı oldukça azken; bir de buna ek olarak üniversite sınavında uygulanan düşük katsayı engeline çarparlar. Sonuç olarak bu gençlerin büyük bölümü boyunları bükük, öncelikle anne ve babalarının, sonra da devlet babanın dayatmasıyla ömürlerinin geri kalanını kendi seçtiklerinin dışında bir alanda, meslek ve ekmek arayışla sürdürmeye çalışırlar... içlerinden pek azı başbakan olma şansı yakalayarak bu makus talihi kırabilir.

İmam hatip liseli Sayın Başbakan R. Tayyip Erdoğan kendisiyle benzer koşullarda yetişen bu gençlerin hepsini başbakan yapamayacağına göre, en azından üniversite giriş sınavlarında diğer liselerden yetişenlerle eşit duruma getirip onların da kendi yollarını özgürce çizmelerinin yolunu açmak istemektedir?!

Bu gerçekten de böyle midir?!

Bence Sayın Başbakan demokrasi, insan hakları ve adalet bağlamında haklı (aslında haklıymış gibi görünen*) bir talebi dile getirmektedir; fakat kendisi söylediklerinin tümünde özellikle ihl ve laiklik bağlamında söylediklerinde samimi değildir. En azından ilkokulu bitirdikten sonra babasının isteğiyle İmam hatip lisesine gitmek zorunda kalan bir vatandaş olarak benim bu okullarda yaşayıp tanıklık ettiğim olaylardan edindiğim izlenim Başbakan’ın gerçekleri dile getirmediği yönündedir.

Peki nedir burada gerçek olmayan?

İmam hatip liselerinin laik sisteme uygun eğitim verdiği: Milli Eğitim Bakanlığı yönetmenlikleri dikkate alındığında öyleymiş gibi görülse de 1980'den itabaren 3 dönem okuduğum ihl'ndeki yaşadıklarım ve gözlemlerim ışığında pratikte durum böyle değildir. İmam hatiplerde yönetimlerde ve kurullarda öncelikle din, Kuran-ı Kerim, Arapça, fıkıh vb.  meslek derslerine giren ‘hocaların’ hakimiyeti vardır ve bu şahıslar sürekli olarak öğrencilere diğer ‘dünyevi ve beşeri’ derslerin o kadar önemli olmadığını, üzerinde durulması gerekenin meslek dersleri olduğunu, meslek derslerinde başarı gösterenlerin öteki derslerdeki başarısızlıklarının kurullarda halledilebileceğini vurgulayıp dururlar. Meslek derslerinde başarılı olanların ayrıca sırtları sıvazlanır. Öğrenciler normal lise müfredatında verilen diğer derslerden koparılır.

Eğer laik eğitim karşıtı uygulama yalnızca bunla kalsaydı ve diğer dersler yönetmenliklere uygun verilseydi durum öyle çok da vahim sayılmazdı. Nihayetinde bu öğrenciler okulu bitirdiklerinde fen bilgisi, sosyal bilgiler, matematik gibi yönleri zayıf İmam adayları olarak yollarına devam ederlerdi... fakat durum burada bitmez.

İmam hatip liselerindeki ‘meslek hocaları’ öğrencileri kendi hallerine bırakmazlar ve onlara bir takım idealler aşılarlar. Mesela normal adlarının yanında abdullah, mücahit, fedai gibi isimler koyarak onların din ve Allah uğruna her an kendilerini fedaya hazır olmaları tembihlenir; İslam tarihindeki savaşçı yiğit kişilikleri örnek almaları salık verilir.

Derslerde özellikle duvarlarda asılı bulunan Atatürk resimlerine, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ne hakaret edilir. Atatürk iblis, deccal, şeytan, gavur dölü gibi sıfatlarla adlandırılır... Gençliğe Hitabe ile İstiklal Marşı kıyaslanarak asıl kulak verilmesi gerekli olanın Mehmet Akif olduğu, ötekinin 'mekruh' olduğu genç kafalara işlenir.

Diğer okullarda okuyanlar öncelikle başları açık kız öğrenciler, hatta aynı okulda ders veren kadın öğretmenler gıyaplarında aşağılanır, bunların ahlaksız (aslında bu hususta kullanılan daha çirkin tabirler de vardı...) oldukları yada olacakları, cehennemi boylayacakları gibi söylemler geliştirilir... öğrencilerin modern yaşam tarzına ve bunu benimsemiş ailelere ve kişilere karşı düşmanca küçümseyici bir bakış geliştirmeleri sağlanır. Hatta onlara evlerinde annelerinin ve kız kardeşlerinin başları açık olanı varsa onlara karşı tavır almaları yönünde psikolojik baskı uygulanır.

Dayağın benim okuduğum yıllarda İmam hatip lisesinde çok özel bir yeri vardı. ‘Meslek hocaları’ ellerinde mutlaka sopayla dolaşırlardı ve bizleri çeşitli gerekçelerle kimi zaman yaralama ve bir yerimizi kanatmaya varıncaya kadar sık sık döverlerdi. Üzerimizde bu hocalara karşı büyük bir korku vardı. Durum böyle olunca onları yukarıda belirttiğimiz yönlendirme, ‘öğüt’ ve 'telkinleri' başka bir kimlik kazanır; arkasında dayak olan bir tür tehdit ve şantaja dönüşürdü. Bu nedenle adımlarımızı her şeyden önce ‘meslek hocalarına’ ve onların saygı değer cennetten çıkma sopalarına göre atardık.

İmam hatip lisesine bağlı yurtta öğrencilerin durumunun bu anlattıklarımızdan daha vahim olduğunu orada kalan arkadaşların anlattıklarından korkuya kapılarak öğrenirdik. Düşünün tüm bu anlatılanlar yurtlarda kesintisiz ve orada hakim olan tarikatlardan birinin anlayışına göre uygulandığını!

Ben 1980 yılında Giresun’un Bulancak ilçesinde ilkokulu bitirdikten sonra babam tarafından imam hatip lisesine kaydedildim. İlk başta okulumuz bir camiye bitişik bir iş hanında yetersiz bir binadaydı. Daha sonra şehre hakim tepelerin birinin yamacında bir vatandaşın fındık bahçesi içinde bağışladığı bir araziye yine hayır sever vatandaşlarımızın katkısıyla hızla o zamana kadar bölgede görülmemiş büyüklükte bir İmam hatip lisesi inşa edildi. Daha inşaat bitmeden o okulda ders almaya başladık. 12 Eylül darbesinin getirdiği ortamda pek çok anne baba ‘anarşist olmasın’ diye kızlı erkekli çocuklarını bu okula gönderdiler. Hepsi yukarda anlattıklarımı yaşadılar ve tanık oldular. O zamanlar Bulancak halkı öyle mazbut bir karakter sergilemez, kimi istisnaların dışında çarşaf giyene rastlanmazdı. Anlaşılacağı üzere anlattığım İmam hatip lisesi ılımlı bir şehre aitti. Siz bir de dini anlamda tutucu şehirlerimizdeki imam hatiplerin hallerini bir düşünün!

Ben yukarda anlatılan imam hatip okulu koşullarına ancak bir buçuk yıl dayanabildim; aynı okula benden bir yıl önce kayıt edilen ağabeyim iki buçuk yıl! Tanık olduğumuz ve bizzat yaşadığımız meslek hocalarımız tarafından icra edilen kanlı revanlı bir kaç dayak olayından sonra ailemiz bizi bu okuldan kaydımızı silmesinin ardından normal orta okula devam ettik. Bir kaç ailenin daha bizim gibi çocuklarını bu okullardan almıştı buna karşılık çocuklarını bu meslek hocalarına ‘eti senin kemiği benim’ diyerek teslim eden anne – babalar  çoğunluktaydı.

Şimdi düşününüz, yukarıda anlatılan tarz bir eğitimin laikliğe uygun olduğu ileri sürülebilir mi? Bu koşullara 'dayanıp', bu koşullarda okulu bitiren birinden sağlıklı kararlar verebilecek, çağdaş yaşantıya tarafsız bir gözle bakabilecek bireyler yetiştirilebilir mi? Peki bunlar dendiği gibi devlet içinde vali, kaymakam gibi yönetim kademelerine, hakimlik ve savcılık gibi görevlere geldiklerinde laik sistemi çağdaş yaşam tarzını korumaları beklenebilir mi? Peki bunlar politikaya atılırsa nasıl hareket ederler? Dini ‘meslek hocalarının öğrettiği’ anlamda politikaya alet etmezler mi? Sonra meydanlara çıkıp ‘minareler süngümüz, kubbeler kalkanımız...’ gibisinden nutuklar çekmezler mi? Peki bunların hepsi Sayın Başbakan’ın yaşadığı gibi, tesadüfen kameraya alınıp daha sonra mahkemeye çıkarılıp bilmem kaç ay hapse tıkılıp... şaşırtıcı bir hızla çağdaş, demokrat, laiklik savunucusu tövbekar bir başbakan haline getirilebilir mi?

Peki bunların hepsi bir yana, daha çocuk yaşlarında yukarıda anlatılan tarzda imam hatip liselerine göndererek çocuklarımıza yazık etmiş olmuyor muyuz?

İmamlık aslında bu imam hatip liselerinde verilecek eğitimle halledilecek kadar hafif bir meslek değildir. Kanımca İmamların ilahiyat fakültelerinde en az üç yıllık bir eğitimle yetiştirilmesi daha sağlıklı bir karardır. Böylece İmam yetiştirmek için imam hatip liselerine de gerek kalmayacak; çocuklarımızı da ne olduğu belirsiz imam hatip eğitimi verdiği iddia edilen laiklik ve çağdaş yaşam karşıtı ‘beyin yıkama’ yuvalarından kurtarmış olacağız.

Böylece mevcut sistem içinde İmam hatip liselerini kapatmayı başaramayınca buradan yetişenleri ‘olası laik sistem’ düşmanı olarak görerek üniversite giriş sınavlarında tüm meslek lisesi öğrencilerine bu uğurda  düşük katsayı uygulamanın da bir gereği kalmayacaktır.

Sayın Başbakanı Türkiye ihl gerçeğini görmeye, dahası gizlememeye davet ediyoruz. Eğer şimdiden ihl'nin kapatılması yönünde bir adım atılmaz da tam tersine bu okulları daha da teşvik edici uygulamalara devam edilirse Türkiye çağdaş yaşam anlamında hiç de iyiye gitmeyecektir. Belki de tam Avrupalı olduk; Avrupa Birliği’ne kabul edildik derken bu okullardan beslenen laiklik karşıtı bir zihniyetin toplumu, gerici çatışmalara sürüklemesi işten bile değildir. İhl'nin kapatılması çağdaşlaşmak bir numaralı hedefi olan Türkiye’nin çok acil bir şekilde halletmesi gereken bir iştir.

 

 

 

 

* Bu notu yazıyı ilk yayınladıktan bir yıl sonra aradan geçen süre zarfında meydana gelen gelişmeler ve tartışmaları dikkate alarak gerekli gördüm (04.07.2005). Her ne kadar Başbakan sırf ihl'ni konunun merkezine yerleştirse de burada düşük katsayı uygulamasının yalnızca ihl ve diğer meslek liselerine yönelik olmadığını da göz önünde bulundurmak gerekir. Örneğin normal liselerin edebiyat veya fen bölümlerinden mezun olanlar kendi alanının dışında  bir bölümü seçtiklerinde benzeri bir düşük katsayı uygulamasıyla karşılaşmaktadırlar. YÖK ihl ve meslek liselerini de normal liselerdeki fen ve edebiyat bölümleri gibi ayrıca bir alan olarak tanımlamaktadır. Bu durumda Başbakanın sırf ihl'ne karşı haksızlık yapılıyormuşçasına bir söylem geliştirmesi olsa olsa taraflı ve demagojik bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.

Aslında gönül isterdi ki üniversitelerimizin kalitesi ve öğrenci kapasitesi artırılıp ekonomik sorunları çözülerek dileyen gencin istediği bölüme  gidebileceği bir çözüm arayışı içinde olunabilseydi.

** 2. not (17.01.2006) Bu yazı girişinden de anlaşılacağı üzere Sayın Başbakan R. T. Erdoğan'a yanıt olarak yazılmıştır. R. T. Erdoğan bir kişi olarak kendini göstererek yaklaşık olarak "...bak ben de imam hatipten yetiştim, laiklik karşıtı değilim... (!?)... öyleyse imam hatip liselerindeki eğiitim laiktir..." önermesiyle toplumun karşısına çıkmaktadır. Eğer bu mantık doğruysa -ki kanımca yalnızca kendinden yola çıkarak sosyal bir konuda genelleme yapmak çok ta bilimsel bir yöntem değildir -  benim de kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak çok ta bilimsel olma kaygısı taşımadan özellikle de ülkenin Başbakanına anladığı üslupta yanıt verme hakkı doğmuştur. Böylece bir birey olarak Türkiye'deki gelişmelerin ışığında önemli bir tehlikeye dikkati çekmek arzusundayım. Yaşadıklarım harfiyen doğrudur fakat bunlardan çıkılarak yapılan genellemeler mutlak bilimsel olma kaygısı taşımamaktadır. Bunlar daha çok bir takım olasılıkların dile getirilmesidir. Başka bir değişle Bulancak İmam Hatip Lisesi'nde bir kaç dönem benim gözüm önünde işler böyle cereyan etti diye ülke çapındakilerin hepsinde de mutlak böyledir denemez; ama böyle olması ciddi bir olasılık dahilindedir. Üstelik ihl mezunu Başbakan R.T. Erdoğan icraat ve söylemleri, politik eğilimleri bu olasılığı desteklemekte; belki de tehlikenin ta kendisi olarak önümüzde durmaktadır. Bu not da yukarıdaki yazının bilimsel olmadığını görüşünü savunanlar tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamak için düşülmüştür.

*** 3.  not (29.06.2006) Yazdıklarından 6 yıl kadar Bulancak ihl''ne devam ettiği anlaşılan İlhami B. adlı bir okur bu okuldaki deneyim ve gözlemlerini bana kendine özgü üslubuyla yazmış. 'Selam Vatandaş!' diye başlayan kabadayı üslubunu 'sıkıysa bu yazıyı da yayınla!' diye sürdürse de bu yazıyı 'anlaşılabilir ' olduğu için yazım yanlışları vs. yazana ait olmak üzere aşağıda aktarıyorum. Bu okur kendi deyimiyle bana 'saygı sunmuyor' ama ne yapalım; ihl mezunu koskoca Başbakan'ın vatandaşla diyaloglarına baktıktan sonra bu bile daha nezih denebilir. Adı ve kimliğini doğruluğunu araştırma imkanım olmadığından yalnızca adı ve soyadının baş harfiyle verdiğim bu şahsın benimle aynı dönemde Bulancak ihl'nde okuduğuna dair bir izlenim edinmedim.

İlhami B. benim kişisel yaşantım gözlemlerimden yola çıkarak yazdığımı açık bir şekilde belirttiğim yazımdan dolayı beni araştırma yapmadan yazmakla eleştiriyor ve hakaret etme ve aşağılama yaptığımı iddia ediyor (kimi aşağıladığım ve kime hakaret ettiğim de belli değil. Neyse dileyen yukarıdaki yazıyı bir kez daha okuyup sonuca varabilir). İlhami B.'nin "bu arada kayıtlarınıza baktıracağım ve eğer sırf o okulda başarısız olduğunuz için çamur atmışsanız inanın tüm Ülkeye sizin sahtekarlığınızı ilan edeceğim. Ayrıca varsa azıcık utanacak yüzünüz özür dilersiniz..." sözlerine bakılırsa benim kayıtlarıma bakma yetkisini kendinde görüyor. Tabi ki kayıtlarıma bakması ilgili okul yönetiminin işbirliği olmaksızın mümkün değil. Baksa da ne bulacağı o kadar önemli değil; ama bunu yapabiliyorsa Bulancak ihl yönetimindeki işbirlikçi sorumluların yargılanması için bir neden teşkil eder. Diğer yandan, okulda dayak yediğimizi ve yaşadıklarımızı anlattık diye her nedense özür dilemem gerekecekmiş. Aslında Bulancak ihl'ne böylesine gönülden bağlı olanların bu okulda bir süre okumuş bir vatandaş, yaşadığı olumsuzlukları yazdı diye onu inkara sürüklemek için aklı sıra kayıtlarına bakıp rezil etme şantajı yapmak ve bilahere özre zorlamak gibi ahlaksız ve mafyamsı tavırlar takınacağına "bir dönem böyle olmuş olabilir, artık iş işten geçmiş şimdi durum böyle değil. Eskiden olanlar için biz yeni kuşak olarak sizden özür dileyelim... mesele kapansın" diyerek gönül almayı denemeleri de mümkün olabilirdi.  Bu liselerde verilen eğitimin ilgili şahısların bu iki seçenek arasında vereceği karar üzerinde ne gibi "olumlu (!) etkileri" olabileceği kararını okuyucuya bırakıyorum.

İlhami B.'nin "...Üniversiteyi kazanabilmemiz için din derslerini ikinci plana iterdik. .. Hatta son yıl çoğu dersten izinli sayılırdık. Hafta sonları ekstra fizik, kimya, biyoloji okurduk.. Daha ötesi benim gibi matematiği iyi olanlar orta okul öğrencilerine ders verirdik..." yazdığına bakılırsa İHL'nde meslek dışı derslerde verilen eğitimde bir sıkıntı yok ve gerekirse mesleki dersler ikinci plana atılıp fen bilimleri ve matematik derslerine fazladan vakit ayrılıyormuş. Oysa ki Milliyet Gazetesi'nde YÖK'ün ÖSS sonuçlarını değerlendirerek Cumhurbaşkanı'na verdiği raporda aynen şöyle deniliyor: "ÖSS'de anadolu ve fen liseleriyle anadolu öğretmen liseleri dışındaki tüm okulların matematik ve fen sorularına verdikleri doğru yanıt sayıları çok düşüktür. Genel liselerden gelenler 45 matematik sorusundan ortalama 5.72, 45 fen bilgisi sorusundan ortalama 2.25 soruyu doğru olarak yanıtlayabilmiştir. İmam hatip lisesi öğrencileri ise 45 matematik sorusundan ortalama 1.38, 45 fen sorusundan 0.07 soruyu doğru yanıtlayabilmiştir. Matematik ve fen bilgisi bu kadar zayıf bir ortaöğretimin, yükseköğretim için yeterli temeli verebildiği söylenemez." (05 Temmuz 2006 tarihli haberin tamamı için burayı  tıklayınız).

Anlaşılan ihl'nde mesleki eğitim de ikinci plana atılıp dünyevi derslere ağırlık veriliyor fakat bunlarda da başarılı olunamıyor. Öyleyse ihl'nde doğru dürüst hiç bir şey öğretilmiyor da denebilir.

İşte İlhami B.'nin yazısı:

"X-Spam-Level: **
From: İ
lhami B.
<ilhami@hoshaph.com>
To: <ahmet.aydemir@ruhr-uni-bochum.de>

Date: 2006-06-28 19:12:32
Subject: İMAM HATİP LİSELERİ

Slm vatandaş!
Ben Bulancak İHL mezunuyum. Sıkıysa bu yazıyıda yayınla. Bahsettiğin okulda 6 sene okudum. En ufak bir dayak yemedim. Üniversiteyi kazanabilmemiz için din derslerini ikinci plana iterdik. .. Hatta son yıl çoğu dersten izinli sayılırdık. Hafta sonları ekstra fizik, kimya, biyoloji okurduk.. Daha ötesi benim gibi matematiği iyi olanlar orta okul öğrencilerine ders verirdik. Tüm sosyal ve kültürel alanlarda faaliyetlerimiz okul yönetimi tarafından teşvik edilirdi. Kimse bize ATATÜRK'le M. Akif ERSOY'un kıyaslamasını yaptırmadı, Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sini ezbere bilmek zorunluydu. Hatta bir çok hocamız bize bu o hitabeyi örnek gösterirdi. Daha ilerisi var; okul müdür yardımcılarımız fizik ve tarih derslerinin hocalarıydı... Bizim dönemimizden 3 kişi hukuk, 2 kişi tıp okudu. Ben ve 7 arkadaşım çeşitli mühendislik dallarında Türkiye'nin en üst seviye üniversitelerinde okuduk. Bu kadarla kalsa iyi son sınıf öğrencilerinin %74-75'i bir üniversiteye yerleşti. Sadece 10 kişi ilahiyat fakültesini kazandı ve okudu.
Yani hakaret etmek, aşağılamak, arşatırmadan yazmak sizin gibi eğitimli birine yakışmıyor demek istiyorum. Ama azcık o okul size bir şeyler vermişse bütün bulancak İHL'lilerden özür dilersiniz. ... Bu arada kayıtlarınıza baktıracağım ve eğer sırf o okulda başarısız olduğunuz için çamur atmışsanız inanın tüm Ülkeye sizin sahtekallığınızı ilan edeceğim.
Ayrıca varsa azıcık utanacak yüzünüz özür dilersiniz...
Size saygı sunmuyorum.

"X-Spam-Level: **
From: İ
lhami B.
<ilhami@hoshaph.com>
To: <ahmet.aydemir@ruhr-uni-bochum.de>

Date: 2006-06-29 08:26:51
Subject: Re: ·MAM HAT·P L·SELER·

Size .hakaret etmedim,
Kabadayiliktanda anlamam. Ama gördümki ön yarginiz daglar kadar. Asmak ne mümkün... Bu günlerde IHL'lere hakaret eden herkesi meshur ediyorlar. Sizinde meshur olmaya ihtiyaciniz varmis... Ben sizi meshur edecegim.
Bochum'da türkçeyi unutmussunuz.."

**** 4. not (29.06.2006) Bu yazıyla ilgili kimi "dindar olduğu izlenimi yaratan", kimisi Bulancak İHL'nden mezun olduğunu iddia eden, gerçek ve "uydurma" şahıslardan çok sayıda elektronik mektup aldım. Bunların en belirgin özelliği  kelimelerin kullanılması, imla kuralları ve anlatım bakımından Türkçelerinin berbat durumda olmasıydı. Bu şahıslar üstelik ilkokul öğretmenliği, ezberi kuvvetli yüksek mühendis, üniversite mezunu ilahiyatçı, üst düzey şirket yöneticisi vb. özelliklere sahip olduklarını söylüyorlardı. Hangi kariyere sahip veya toplumsal konumda olursa olsun, eğer bir insan anadilini doğru kullanamıyorsa başkasının o dilde söylediklerini ve yazdıklarını tam olarak anlama kabiliyetine sahip olduğu konusunda şüphe uyandırırlar. Nitekim sözü edilen şahısların gönderdiği elektronik postalar çoğunlukla hakaret içermelerinin yanı sıra, değindiğimiz dil sorunları nedeniyle maalesef dikkate alınacak bir seviyeyi de tutturamamışlar ve bunun paralelinde bende yukarıdaki yazının tamamını okudukları ve anladıkları kanısı uyandıramamışlardır. Yine de her bir mektuba ilgili eleştirilere yer vererek yanıt vermeye çalıştım; fakat vakit darlığı nedeniyle bundan böyle bu yazıyla ilgili "belli bir nezaket,  mektup biçimi ve Türkçe seviyesi tutturamamış; yazarının yukarıdaki yazıyı notlar da dahil sonuna kadar okumadığı anlaşılan mektupları" yanıtlamayacağımı bildirmek isterim. Üstelik Internet ortamında ihl'nin neden açık kalması gerektiğini oldukça yetkin bir dille, seviyeli bir üslupla anlatan yazarları da takip etmekteyim. Gelecekte bu yazıları da dikkate alan ikinci bir ihl yazısı daha yazmayı planlıyorum. İlgilerinize sunulur.

 

 

 

 

 

ahmet.aydemir@ruhr-uni-bochum.de